Çin’in yeni küresel projelerle
uluslararası arenada kendine yeni bir imaj ve nüfuz alanı oluşturduğu
son dönemde, Uygur Müslümanlarına yönelik uygulamaları büyük bir
çelişkiye ve aynı küresel sistemde tepkilere dönüşmüş durumda. Geçen
birkaç yıl boyunca Uygurların içinde bulunduğu insan hakları koşulları
sürekli olarak kötüleşirken; siyasi baskı, ekonomik engeller, dinî
yaşama yönelik baskılar, demografik dönüştürme gibi yöntemlerde artış
gözlenmektedir.
Çin rejimi, 2017 baharından bu yana
Uygurları sistematik olarak ceza kamplarına almaktadır. Ceza kamplarının
amacı açıklanmamış olsa da tekrarlı siyasi beyin yıkama, Çin dili ve
kültürünü zorla kabul ettirerek Çinlileştirme ve Uygur kültürünü ve
İslam inancını reddetmeye zorlama gibi amaçlar taşıdığı söylenmektedir.
Çin kaynaklarının verdiği rakama göre 11 milyonluk Uygur nüfusunun
yaklaşık 1 milyondan fazlası bu kamplarda tutulmaktadır. Hapis, işkence
ve sistematik siyasi dönüştürme sırasında meydana gelen ölümlerle ilgili
hazırlanan güvenilir raporlar da uluslararası ajanslara sıklıkla
yansımaya başlamıştır.
2017 yılı bahar aylarından itibaren yurt
dışında öğrenim gören Uygur öğrencilere bulundukları ülkelerdeki Çin
yetkilileriyle temasa geçerek 20 Mayıs’a kadar siyasi değerlendirme için
geri dönmeleri çağrısında/emrinde bulunan Çin yönetiminin başlattığı bu
süreç, aynı yılın sonbahar aylarından itibaren de sözde “yeniden
eğitim” kamplarında binlerce Uygur’un gözaltına alınmasını getirmiştir.
Bu kampların varlığı şimdiye kadar Çin rejimi tarafından resmî olarak kabul edilmemiştir. Kamplarda tutulanlar arasında Kazakların da bulunduğu anlaşılınca, konu Kazakistan medyasında yer almış, bunun üzerine Çin’in Almatı Konsolosluğu, “Sincan’daki Kazakların sözde sorunları” protesto edilerek Çin’in içişlerine karışıldığı suçlamasında bulunmuştur.
Resmî hukuk sistemi dışında kurulan bu
kamplarda, günümüz itibarıyla 1 milyon kadar insan, bir diğer ifadeyle
Uygur nüfusunun %10’u tutulmaktadır. Bu yerler için resmî belgelerde
çeşitli terimler kullanılsa da uygulamanın toplama kampından farkı
olmadığı gözlenmektedir. Bu yerler için kullanılan en yaygın
isimlendirmelerden biri, “merkezîleştirilmiş yeniden eğitim merkezi”dir.
Ancak uluslararası raporlara da yansıdığı gibi bu kamplar -eğitimden
ziyade-; insanlara gözdağı vermek, beyin yıkamak, cezalandırmak ve
yargısız infaz yapmak amacıyla kullanılmaktadır. Dolayısıyla buralar her
yaştan erkek ve kadın, hatta bazı çocuklar da dâhil olmak üzere nüfusun
geniş bir kesimini kapsayan yargısız infaz merkezleri olarak işlev
görmektedir.
Çin'de bulunan Dabancheng toplama kampı, Kaynak: BBC
Bu kampların varlığı şimdiye kadar Çin
rejimi tarafından resmî olarak kabul edilmemiştir. Kamplarda tutulanlar
arasında Kazakların da bulunduğu anlaşılınca, konu Kazakistan medyasında
yer almış, bunun üzerine Çin’in Almatı Konsolosluğu, “Sincan’daki
Kazakların sözde sorunları” protesto edilerek Çin’in içişlerine
karışıldığı suçlamasında bulunmuştur. Çin, habercilerin bölgeye
erişimini ve tüm haber kaynaklarını engelleyerek bölgedeki gerçek durum
hakkında araştırmaya dayalı rapor hazırlanmasını önlemekle
suçlanmaktadır. Bununla beraber, şahitlere fırsat verilse bile, bu
insanlar bu kamplarda yaşadıklarını veya gördüklerini anlatmaları
halinde, bunun kendilerini ve ailelerini tehlikeye atmak anlamına
geldiğini bilmektedir. Yurt dışı bağlantısı bulunan Uygurların hedef
haline getirilmesi, sadece diasporadaki Uygurların arkadaşları,
akrabaları ve aileleriyle olan irtibatlarını koparmakla kalmamış, başka
birçok kişinin de aile fertleriyle irtibatı kopmuş ve onların durumları
ve emniyetleri hakkında bilgi alamaz hale gelmişlerdir.
Bu kamplara ilişkin bilgiler çoğunlukla,
akrabaları buralarda ölmüş Uygurların ifadelerinden veya bir şekilde
kaçmayı başarmış kişilerin beyanlarından elde edilebilmektedir.
Kamplardan söz eden medya raporlarının internetten silinmiş olmasına
karşın, Çince yayın yapan birçok resmî medyada yer alan farklı ipuçları,
bu kampların varlığına işaret etmektedir. Örneğin akademisyen Adrian
Zenz, Çin rejiminin bahse konu kampları inşa etmek ve donatmak için
yaptığı ihaleler ve bu kamplara işe alımla ilgili yayınlanan iş
ilanlarının buraların varlığına dair büyük bir kanıt niteliğinde
olduğunu söylemektedir.
Yeniden Eğitim Seferberliği (!) nedir?
Kültür Devrimi’nin sona ermesinden bu yana
Uygurlara karşı benzeri görülmemiş bir şekilde uygulanan “Yeniden
Eğitim Seferberliği”, Çin’de uzun bir tarihe sahiptir. “Emek yoluyla
yeniden eğitim” kamplarının geçmişi 1950’lere kadar uzanmaktadır; ancak
son iki yıldır “yeniden eğitim” programı için kullanılan “eğitim ile
dönüştürme” terimi ilk olarak Falun Gong mensuplarına yönelik
kullanılmıştır. Uluslararası Af Örgütü’ne göre bu eğitim kamplarında
gözaltında tutulanlara verilen eğitimler “kendi davranışlarını
eleştirmek, başkalarından eleştiri almak, Çin Komünist Partisi (ÇKP)
ilkelerine ve ilgili politik öğretiye karşı itaatkâr ve iş birlikçi
davranış göstermek vb. konuları kapsayan zorunlu uzun çalışma
oturumları”ndan oluşmaktadır. Bu “düşünce çalışması” ve “çalışma
seansları”, genellikle tutukluların ÇKP’ye olan siyasi bağlılıklarını
ifade etmelerini ve ÇKP’nin sağladığı refah ve nimetler için teşekkür ve
takdirlerini dile getirmelerini gerektiren bir süreçtir. Bu yeniden
eğitim seferberliği, hükümetin güvenlik stratejisinin ideolojik yanını
temsil etmekte ve yüksek teknolojili kitlesel bir polis gücü ile
desteklenmektedir.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014’te
düzenlenen İkinci Sincan İş Forumu’nda “dinî aşırılığın Sincan etnik
ayrımcılığının temeli olduğunu, bu nedenle Çin ulusal güvenliğine
yönelik büyük bir tehlike oluşturduğunu” ilan etmiş ve “aşırılığın yok
edilmesi” çalışmalarının başlatılması gerektiğini söylemiştir. 2015
yılında kabul edilen “ulusal terörle mücadele yasası”, ilgili hükümet
birimlerine sadece silahlı operasyonları değil, eğitim ve propaganda
çalışmaları konusunda faaliyetlerini arttırma direktifi de vermiştir.
Sözde aşırılığa karşı kampanyanın ilk
dönemlerinde rejim, belli gruptaki kişileri odak haline getirmiştir:
hapishanelerdeki mahkûm ve tutuklular, aşırı dinci düşüncelerden
etkilenenler ve kırsal kesimde şiddete bulaşma ihtimali olanlar. Bu
sayılanlar rejim tarafından “odak kişiler” veya “özellikle dikkat
edilmesi gereken gruplar” olarak nitelendirilerek izlemeye alınmıştır.
Rejim, köy düzeyindeki yönetim birimlerine kadar zayıflık olarak
algıladığı bütün noktalar üzerinde özenle durmuştur. Parti üyesi ekipler
ve yerel polis güçlerinden oluşan “üçü bir arada” tabiri ile ifade
edilen “ziyaret, yardım ve toplama” görevini yerine getiren bir taban
kadro oluşturulmuştur. Bu mekanizma, sözde yeniden eğitim çalışmaları ve
Uygurların ideolojik durumunu inceleyerek kamplara gönderilecekleri
belirleme görevini yerine getirmiştir. Kamplarda aile fertleri olan
Uygurların evlerine ÇKP kadroları yerleştirilmiştir. Örneğin, 2017
yılında Hoten ili, Lop ilçesindeki bir Uygur kadın, kocası sözde yeniden
eğitim kampında tutulduğu için, kendisi ve dört çocuğunun geçimini
sağlayacak geliri olmadığı söylenerek Yerel Arazi ve Kaynak Bürosu
tarafından “aile ferdi” olarak atanan bir ÇKP üyesinin kendisini
haftalık olarak ziyaret ettiğini, kendisine yiyecek ve az bir miktar
para getirdiğini anlatmıştır. Kadın bunun için ÇKP’ye, “iyi
politikaları” ve kendisine “mükemmel bir Han akrabası” bulduğu için
teşekkür etmiştir.
2014’teki ilk raporlara göre, kapalı
ortamlarda sınırlı süreler içinde yeniden eğitilen insanların ortaya
çıkmaya başladığı anlaşılmaktadır. Gulca gibi bazı yerlerde insanları
A’dan D’ye kadar dört sınıfa ayıran bir sistem kurulmuştur. A sınıfı
kapsamında gözaltına alınan kişiler ve B sınıfı kapsamında “sakıncalı
düşünen kişiler” sırasıyla 20 ve 15 gün boyunca İlçe Siyasi ve Hukuk
İşleri Komisyonu tarafından eğitilmiştir. C sınıfı kapsamındaki
“istikrarsız düşüncelere sahip odak kişilerle aşırılıkçı düşünceden
etkilenen kişiler” ve D sınıfı kapsamındaki “dinî aşırılıkçı düşünceden
etkilenebilecek kişiler” yedi gün boyunca ÇKP ilçe ve köy örgütleri
tarafından eğitilmiştir. Medya raporları bu tür yeniden eğitim sistemini
“damla sulama” yöntemine benzetmiştir. 2014 raporuna göre, 112 kişi “üç
tür insan” kapsamında tespit edilmiş ve yeniden eğitildikten sonra
bunlar arasındaki 75 kadının peçesini, üç kadının da pardösüsünü
çıkardığı, 34 erkeğin ise sakalını kestiği belirtilmiştir. Bunlara ek
olarak 36 kişi daha bu eğitimden geçirilmiştir. Kapalı stil yeniden
eğitime ek olarak rejim köy yönetimleri, ücretsiz düğün ve cenaze
hizmetleri sunan “toplu servis merkezleri” kurmuştur.
Yeniden eğitim kampanyası 2016 yılından
itibaren genişlemiş ve daha sistemli bir hale gelmiştir. 2017 yılında,
“Sincan’daki Aşırılığı Yok Etme Yönetmelikleri” yürürlüğe girmiş; bu
sayede yeni tarz “aşırılığı yok etme” uygulamaları da Çin yasalarına
göre dayanak bulmuştur. Bu düzenlemelerin üçüncü maddesinde, “aşırılık”
ilk defa resmî şekilde tanımlamıştır. Buna göre aşırılık; “dinî
aşırılıktan etkilenerek normal çalışmayı ve yaşamı reddetmek; aşırılığın
etkisi altında normal olmayan görüş, dinî düşünce ve ifadelere sahip
olmak; helal kavramının genelleştirilmesi; düzensiz sakallar ve isim
seçimi; aşırılığı ifade eden diğer söz ve hareketler” gibi muğlak bir
şekilde 14 maddede sıralanmıştır.
Kamp Sisteminin Doğası
Aşırılığı yok etme kampanyasının bir süre
sonra bir cezalandırma veya yargısız infaz sistemine dönüştürüldüğü
yönünde ciddi bulgular vardır. Newsweek Japonya’da
yayımlanan resmî bir belgede, 2018 Mart’ında 890.000 Uygur’un bu
kamplarda tutuklu bulunduğu bildirilmektedir. Bölge uzmanları, eyalet
düzeyindeki illerin bu sayıya eklenmesi ve sözlü ifadelerden elde edilen
%10 oranının doğru olması durumunda, içeride tutulanların sayısının 1
milyonun üzerinde olabileceğini tahmin etmektedir. Medya raporlarında
veya sosyal medyada, bu eğitim merkezlerinin sınırlı sayıda da olsa bazı
fotoğrafları ortaya çıkmıştır. Shawn Zhang, rejim ihale ilanı
belgelerini ve diğer kaynakları kullanarak mevcut tesislerin
dönüştürülmesini ve yeni binaların inşasını belgeleyen Google Earth
uydu görüntülemesi yardımıyla bu tesislerin varlığını desteklemeye
çalışmıştır. Bir örnekte, Artuş’ta üzerinde “mahalle merkezi” yazılı bir
tesisin sokak düzeyindeki fotoğrafı uydu fotoğrafıyla eşleştirilmiştir.
Bina, yüksek duvarlar ve koruma kuleleriyle çevrili, kullanılmayan bir
fabrika kompleksi gibi görünmektedir. Ceza kamplarının birçoğunun farklı
amaçlı binalardan dönüştürüldüğü belirtilmektedir.
Kamplarda hapsedilen tutukluların seçimi, Doğu Türkistan’ın Müslüman nüfusu, özellikle Uygurlar, Kazaklar ve Kırgızlarla sınırlı görünmektedir.
Özgür Asya Radyosu (ÖAR), bölgeye
seyahat eden yetkililer ve diğer kişilerin, çeşitli hükümet binaları ve
okulların gizli kamplar olarak hizmet verdiğini, derme çatma tesislerde
aşırı kalabalıktan dolayı bazı insanların serbest bırakılmak suretiyle
yeni gelenlere yer açılarak yeniden eğitime devam edildiğini
söylediklerini rapor etmiştir. Nisan 2018’de bir Uygur iş adamı, Gulca
civarında bir ÇKP okulu ve eskiden bir polis eğitim merkezi olan bir
fabrika da dâhil olmak üzere yeniden eğitim kampı olarak kullanılan beş
tesisin bulunduğunu söylemiştir. Bu kişinin ifadesine göre, memurlar ve
öğretmenler bu kamplarda tutulmaktadır. 2018 yılının Ocak ayında Kaşgar
ilinin bir güvenlik yetkilisi, ÖAR’ye bölgedeki dört kampta tutulan
yaklaşık 120.000 Uygur bulunduğunu ve bu kamplardan bir tanesinin
ortaokul olduğunu söylemiştir.
Ceza kamplarının hedef kitlesi, daha
önceki aşırılığı yok etme eğitiminin hedef kitlesine çok benzemektedir.
2017 yılının Eylül ayında, bir yerel polis memuru ÖAR muhabirlerine,
ceza kamplarına alınan beş çeşit insan olduğunu söylemiştir: “cep
telefonunun SIM kartını atan veya kayıt yaptırdıktan sonra cep
telefonunu kullanmayanlar; hapishaneden serbest bırakılan eski
mahkûmlar; kara listeye alınmış insanlar; bazı temel dinî duyguları olan
‘şüpheli’ insanlar ve yurt dışında akrabaları olanlar.”
Çin İnsan Hakları Savunucuları Ağı (the Network of Chinese Human Rights Defenders-CHRD),
Temmuz 2017 ile Haziran 2018 arasında yapılan onlarca görüşmenin bir
araya getirildiği kanıtlarla Doğu Türkistan’ın güney bölgesindeki
kamplarda 660.000 kişinin gözaltında tutulduğunu, ayrıca 1,3 milyon
kişinin daha yeniden eğitim sınıflarında gündüz ve akşamları “çalışma
oturumları”na katıldığını veya “açık siyasi kamplarda” tutuklu
olabileceğini tahmin etmektedir. Bu rakam, birçok köyün nüfusunun
%20-%40’ını oluşturmaktadır.
Kamplarda hapsedilen tutukluların seçimi,
Doğu Türkistan’ın Müslüman nüfusu, özellikle Uygurlar, Kazaklar ve
Kırgızlarla sınırlı görünmektedir. Çinli yetkililer, kamp sisteminde
gözaltında tutmak için Müslümanları hedef almış durumdadır. Çin
hükümetinin Doğu Türkistan’ın Müslüman nüfusunun “güvenlik riski”ni,
şüpheye dayalı üstünkörü bir sistemle değerlendirdiği görülmektedir.
Medyada paylaşılan bir form, nüfusun
tanımlı kategorilere göre 100 puanlı bir sistemle gruplara ayrıldığını
ve aldığı puan seviyesine göre de “özel dikkat gerektiren hedef” olarak
etiketlendiğini ortaya koymaktadır. Örneğin Urumçi’deki bir muhtarlıktan
elde edilen formlara göre tanımlı kategoriler şu maddeleri
içermektedir: “15 ile 55 yaşları arasında; Etnik Uygur; İşsiz;
Pasaport sahibi; Günlük namaz kılar; Dinî bilgisi var; Belirtilen 26
ülkeden birini ziyaret etti; Çin’e geri dönme çağrısı yapıldı; Yabancı
ülke ile ilişkisi var; Ailede okula gitmeyen çocuk var.” Bu
kategorilerin her birinde “olumlu” özelliğe sahip olanlara 10 puan
verilmektedir. Puanı 50’den daha düşük olanlar “güvenli olmayan” olarak
etiketlenmekte ve haklarında siyasi karar vermek için aday olarak kabul
edilmektedir.
Çin makamlarının özel dikkat ettiği bir
diğer odak nokta, yurt dışında ikamet eden ya da yabancı ülkeye seyahat
eden akrabaları aracılığıyla yabancı ülke bağlantıları olan Uygurlardır.
Çinli yetkililer, Çin’de pasaportu olanların pasaportlarına el koyarak
ve Çin dışında yaşayan Uygurların pasaportlarını yenilemeyerek adeta
Uygurları cezalandırmaktadır. Pasaportlarla ilgili Uygurlara yapılan
baskı, 2006 yılından beri devam eden bir sorundur; ancak geçmişte
pasaportlara yönelik tedbirler çoğunlukla yurt içinde uygulanmıştır.
Bu kamplardaki hak ihlalleri ciddi biçimde
gündeme gelmekle kalmamalı, ölümlerin ve baskıların sona ermesi için
somut adımlar atılmalıdır. Bu noktada Çin hükümetinin yapacakları olduğu
gibi, uluslararası topluma da büyük sorumluluklar düşmektedir. Çin
hükümeti her şeyden önce, kampları kapatarak buralarda tutulanları
serbest bırakmalıdır. Uygurlara yönelik ayrımcı uygulamaları, keyfî
tutuklama ve baskı politikalarını durdurmak üzere çalışma yapmalıdır.
Uluslararası toplum da üzerine düşeni yerine getirmeli ve hak ihlalleri
ile ilgili Çin yönetimine gereken baskıyı uygulayarak toplumsal barışı
sağlaması konusunda daha makul adımlar atması noktasında hükümeti ikna
etmelidir.
Çin, dünya ekonomisindeki yeri nedeniyle
ekonomik konularda çok hassas bir yapıya sahip olduğundan İslam ülkeleri
bu avantajı kullanarak bir uzlaşı arayabilirler. Bugün büyüyen
ekonomisini ilerletmek için Ortadoğu petrolüne muhtaç olan Çin’in, İslam
İşbirliği Teşkilatı ile yapıcı bir diyaloğa hayır demeyeceği açıktır.
Öte yandan büyük küresel atılımlarında ve
özellikle Bir Kuşak Bir Yol projesi gibi iddialı yatırımlarında ulaşım
hatlarının İslam ülkelerinden geçeceği düşünüldüğünde Pekin yönetiminin,
kendisi ile İslam ülkeleri arasında sürekli bir kriz potansiyelini
istemeyeceği ortadadır. Bu nedenle de Uygurların temel insani ve siyasi
haklarının korunması noktasında Çin’in karşısına çıkacak bir İslam
dünyası oldukça yapıcı adımlar atılmasını sağlayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder