İNTERNETTE ŞARKIŞLANIN SESİ ŞARKIŞLA FM

Gürçayır 2018 Nüfusu Toplam : 1.965 Erkek : 941 Kadın : 1.024

SİVAS HABERLERİ

5 Haziran 2011 Pazar

Âlim Bir Danışman: Şeyh Sadi Şirazi (Özlü Sözler- Hikâye)

Murat Akalın

 
Zilin çalmasına on dakika var. Cümle türleri ve anlatım bozuklukları ile ilgili örnekler yaptık ders boyu. Öğrenciler tahtadakileri yazarken ben:
- Gençler, biliyorsunuz ikinci ders okuma saatimiz. Bugün size bir sürprizim var: Birlikte okuma yapacağız.
Bütün sınıf yazmayı bırakıp merakla gözlerime bakıyor. Bunun neresi sürpriz, der gibi…
Devam ediyorum:
- Teneffüsten sonra yanımda bir misafirim olacak. Çok uzaklardan geldi. Dünyaca tanınan, bilinen bir edebiyatçı; sosyal, siyasal, psikolojik, tasavvufi vb. birçok alanda âlim bir danışman. Ona aklınıza gelen her türlü soruyu sorabilirsiniz.
Arka taraftan Muhsin parmak kaldırıyor. Söz veriyorum:
- Şimdi nerede hocam?
- Öğretmen odasında bekliyor.
- Adı ne?
- Şeyh Sadi Şirazi.
- Hakkında biraz bilgi verir misiniz?
- Ne kadar sabırsızsın Muhsin. Nasıl olsa kendisini tanıtırdı; ama haklısın galiba… Ben biraz ön bilgi vereyim. Hem zaman kazanırız hem de onu daha iyi tanımış olursunuz.
Dedikten sonra Gülistan’da sabahladığımız gece üstadın kendisi hakkında anlattıklarını ben de sınıfa hızlıca anlattım.  Aslında zaman ayarlama noktasında pekiyi değilimdir ama anlaşılan bugün işler yolunda gidecek; zira tam söyleyeceklerim bittiğinde zil çaldı.
 

Sınıfa döndüm:
- Hadi göreyim sizi. İyi sorular sorun. Bu fırsat her zaman ele geçmez.
Ben kapıdan çıkarken bütün öğrencilerin şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu.
Dersim ilk katta olduğundan diğer arkadaşlardan önce girdim öğretmen odasına. Misafirim orada. Masanın üzerine eğilmiş bir şeyler mırıldanıyor. Selamlaştık. Elimi uzattım kaldırmak için. O benden önce davrandı; koluma girdi. Beraberce kantine indik. Çay söyledim, istemedi.
- Bilmiyorum nasıl geçecek? Gençler inşallah sizi iyi karşılarlar, dedim.
Beni rahatlatıcı bir tebessüm belirdi gözlerinde, yanaklarında.
Şeyh Sadi Şirazi:
- Kardeş! Sen temiz ol, kimseden korkma. Çırpıcılar kirli olan elbiseyi taşa çarparlar.
- Bir şeyden koktuğum yok ama sizi anlayabilirler mi bilmiyorum?
Şeyh Sadi Şirazi:
- Doğruluk Allah’ın rızasına muciptir. Doğru yolda gidenlerden azanları görmedim.
- Size karşı bir kusurları olur mu?
Şeyh Sadi Şirazi:
- Eğer iğne acısına dayanamazsan parmağını akrebin deliğine sokma.
Şeyh, sözünü tamamlamıştı ki öğretmen zili çaldı. Göz göze geldik. Birlikte kalktık, sınıfın yolunu tuttuk.
İçeri girdiğimizde öğrencilerim pür dikkat yanımdaki misafirime bakıyordu. Selamladıktan sonra oturmalarını işaret ettim. Masamı da misafirime verdim:
- İşte gençler size bahsettiğim Şeyh Sadi Şirazi ve Gülistan’ı. Kendisi bizi kırmadı buralara kadar geldi. O “rüzgâr gibi dünyayı dolaştı, Mana Gülistan’ı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadi kadar terennüm etmemiştir.”
Bu ders ben de sizinle beraber onu dinleyeceğim. Buyurun üstadım, sınıf sizin.
Şeyh Sadi Şirazi birtakım hikâyeler anlatıyor ve söylemek istediklerini onların içine veciz bir şekilde yayıyordu. Herkes onun anlattığı hikâyeleri dikkatlice dinliyor, anlamaya çalışıyordu.
Ne var ki gerek sürenin azlığı gerekse gençlerin hikayeden ziyade somut, akılda kalıcı özlü sözlere meyilli oluşlarından olsa gerek, durumdan pek memnun olmadıkları gözden kaçmıyor.
Zira çocukluktan itibaren sürekli birtakım sınavlara tabi tutulmak kolay olmasa gerek. Bu durum onlarda, hayatı formüllerle yönetme eğilimini baskın bir şekilde ortaya çıkarmış.
Sınıfın gözü pek öğrencisi Ali, Şirazi sözünü tamamlayınca elini havaya kaldırdı, söz istedi:
- Hocam, öğretmenimiz sorularımızı rahatlıkla sorabileceğimizi söylemişti. İzninizle benim bir sorum olacak.
Şirazi ona konuşabileceğini işaret etti.
Ali:
- Bu zamanda kimin dost kimin düşman olduğunu çoğu zaman ayıramıyoruz. En azından ben öyleyim. Ne yapmalıyım?
Şeyh Sadi Şirazi:
- İnsanlar elbiseye bakarak içindekinin nasıl insan olduğunu bilmezler. Mektubun içinde ne olduğunu ancak yazan bilir.
Sen servet, saadet içinde iken dostluktan bahsedenleri, kardeşimsin diyenleri hakiki dost sanma. Hakiki dost; perişanlık, zaruret, felaket zamanında el tutan kimsedir.
Dostlar zindanda işe yararlar, dostlukları o zaman anlaşılır; yoksa sofra başında tekmil düşmanlar dost görünürler.
Kalbi temiz olanların muhabbeti her zaman aynıdır. Onlar, insanları yüzlerine karşı gıyaben olsun severler. Öyle arkadan bin türlü ayıbını nakledip yüzüne karşı kul kurban olmazlar.
Eğer o muhterem dostum beni inleterek katil için cellâda verecek olsa sakın o sırada canımın kaygısına düşerim sanmayın. Evet, kederlenirim, müteessir olurum, fakat öleceğim için değil, belki, benden ne günah sâdır oldu ki dostum bana gücendi, diye kederlenirim.
Dostların yanında zincirbend olmak, yabancılarla bahçe sefası etmekten daha iyidir.
Bazı kimse var ki yüze karşı yumuşak koyun, arkadan insan yiyici kurt gibidir.
Her kim başkasının ayıbını senin yanında sayar dökerse şüphesiz senin ayıbını da başkalarının yanında söyleyecektir.
Yük taşıyan öküzler, eşekler, adam inciten insanlardan daha iyidir.
Devlet adamı bir dost, ancak azledildiği zaman dostlarını görme hevesine düşer.
Ali’nin cevaplardan memnun olduğu yüz ifadelerinden rahatlıkla anlaşılıyordu. Teşekkür edip yerine oturdu.  Söylenenleri tasdik ifadesiyle herkes başını salladı, yanındakilerle göz göze geldiler. 
Sınıfta bir kıpırdanma oldu. Belli ki verilen cevapları ve onun sahibini sevmişler ve benimsemişlerdi.
Öğretmen masasının hemen önündeki Zeynep’in hareketliliği gözümden kaçmadı. Konuşması boyunca Şeyh Sadi
Şirazi’den gözünü ayırmamış, onu pürdikkat dinlemişti. Sadi sözünü bitirince Zeynep hemen parmağını kaldırdı:
- Bahsettiğiniz bu insanlarla ilişkilerimizde nelere dikkat etmeliyiz?
Şeyh Sadi Şirazi:
- Elinden geldiği kadar bir kimsenin gönlünü incitme, çünkü bu yolda çok dikenler bulunur.
Zavallı bir fakirin bile işini yap, çünkü senin de görülecek işlerin bulunur.
Kötülük düşünen kimseye iyilik yap. Çünkü köpeğin ağzının lokma ile kapatılması uygun olur.
İyilik düşünen dostların tenceresini kaynatmak için ev içinde yanabilen şeylerin yanması lazımdır.
Düşman ile sulh halinde bulunmak istersen o seni arkadan zemmetmedikçe sen onu yüzüne karşı takdir,tahsin et.
Fena dilli bir kimsenin sözü nihayet onun ağzından çıkar. Acı söz istemezsen onun ağzını tatlı yapmaya çalış.
Yaralı gönüllerin tütününden sakın, çünkü gönül yarası nihayet tesir eder; elinden geldiği kadar bir gönlü perişan etmemeye çalış, çünkü bir ah cihanı altüst eder.
Sana büyüklük lazım ise ihsan inam et. Çünkü daneyi saçmazsan bitmez.
Bir sail gelip inleyerek senden bir şey istediği zaman ver. Eğer sen o saile bir şey vermezsen bir zalim gelir senden zorla alır.
Azil zamanında düşmanın sana bir şey yapmaması için memuriyet zamanında ulu orta gitme.
Kulun cürmünü gördüğü halde, ekmeğini eskisi gibi vermek büyüklüğü, lütfu Cenab-ı Hakk’a mahsustur.
Ekşi yüzlü kimsenin yanında ihtiyaçtan bahsetme; çünkü onun fena huyundan incinirsin. Derdini öyle bir kimseye aç ki yüzünden hiç olmazsa peşin olarak huzur bulasın.
Alçaklardan rica ile bir şey istediğin zaman, verseler bile vücutça belki artarsın; fakat canın eksilmiş olur.
Aç biilaç kalmak, dilenmek zilletinden daha iyidir.
İyi huylu bir kimsenin elinden Ebu Cehil karpuzu yemek, ekşi yüzlü bir kimsen elinden tatlı yemekten daha iyidir.
Uygunsuz, ekşi yüzlü birisi yanından gitmek isterse mâni olma.
Mustarip bir çehre ile aziz dostunun yanına gitme; gidecek olursan onun da zevkini kaçırırsın.
Bir dilek için gittiğin zaman neşeli git. Çünkü şen ve güler yüzlü olan insanın dileği reddedilmez.
İnsanları görmeye gitmek ayıp değildir;fakat usandırarak yetişir dedirtmemek lazımdır.
Akrabadan birisinin diyanet ve takvası olmazsa ondan postayı kesmek, akrabalık namına onu sevmekten daha iyidir.
Cenab-ı Hakk’a bigâne olan bir akraba, Cenab-ı Hakk’a aşina olan bir dosta kurban olsun.
Herkesin parmağı havada.
Şirazi, Sefa’ya işaret ediyor.
Sefa sağındaki solundaki arkadaşlarına zafer kazanmış komutan edasıyla bakıyor. Aklında bir hinlik olduğu belli. İnşallah yanılırım, diye dua ediyorum. Ayağa kalktı. Dişlerini herkes görüyor. Tedirginliğim artıyor.
Sefa:
- Hocam, arkadaşlar bilirler. Ben sınıfın en tembellerindenim. Büyük ihtimal sınavı kazanamayacağım. Gerçi kazansam ne olacak? Sonuçta bir memur olacağım. Oysa ben hiçbir zaman memur olmak istemedim. Babamın parasal durumu iyi. Başımın çaresine bakarım. Sözün özü ben bir iş kurup ticaret yapmak ve kısa zamanda zengin olmak istiyorum. Bana ne tavsiye edersiniz?
Sözünü tamamladıktan sonra oturdu ve yanındaki arkadaşına bir şeyler mırıldandıktan sonra istihzalı bir şekilde gülümsemeye çalıştı. Belli ki çağlar ötesinden gelmiş bu ihtiyarın günümüz ekonomistlerinin bile içinden çıkamadığı bugünün ekonomik meselelerine dair bir fikrinin olmayacağını, en azından bocalayacağını düşünüyor.
Sadi onun niyetini anlamış olacak. Gülümsüyor ve başlıyor konuşmaya.
Şeyh Sadi Şirazi:
- Ey kanaat, bizi sen zengin et; çünkü senin fevkinde bir servet yoktur.
Zengin olmak dilersen kanaatten başka bir şey isteme; çünkü kanaat hoş, tatlı bir devlettir.
Belki işitmişsindir, Gur Çölü’nde bir kervanbaşı katırdan düşünce demiş ki; dünyayı seven, dünya malı için koşan kimsenin gözünü ya kanaat ya kara toprak doyurur.
Aslanlar mağaralarda açlıktan ölürler de köpeklerin artıklarını yemezler; açlığa, zarurete razı ol. Bir alçağa avuç açma. Değersiz bir kimse, mal, mülk cihetinden Feridun olsa da sen ona kıymet verme! Değersiz bir kimse türlü ipekten elbise giyse o elbiseler duvara sürülmüş boya ve yaldız gibidir.
Fakirin sabrı zenginin cömertliğinden daha iyidir.
Bir güzel yaradılış bin tane ipekli elbiseye müreccehtir.
Malının zekâtını çıkar ver. Çünkü bağcı üzüm çubuğunun fazlasını keserse çubuk daha çok üzüm verir.
Lütuf ve ihsanın derecesini ihsan edenlerin servetleriyle, kudretleriyle ölçmek lazımdır.
Sefa maraza çıkarmaya kararlıydı:
- Hocam, hadi çalışkan arkadaşlar sınavı kazanacaklar diyelim. Bizim durumu da söyledim; açarım bir dükkan, işime bakarım. Ama bu ikisi olmayanlar da var…
Derken yüzünü duvar tarafındaki Selim’e çevirdi. Alaycı bir üslupla devam etti:
- Onlar üniversite sınavını kazanamazlarsa kuzu kuzu köye, ineklerinin başına dönecekler. Onlara ne tavsiye edersiniz?
Şeyh Sadi Şirazi:
- Ey hünerlerini avucunun ortasında tutup ayıplarını koltuğu altında saklayan kimse!
Ey ahmak! İhtiyaç gününde, herhangi bir şey lazım olduğu zaman, geçmez akçe ile ne almak istersin?
Nice rahvan at olur ki yolda kalır; buna mukabil topal eşek menzile varır.
Kardeş mademki en sonunda toprak olacaksın. Öyle ise ölmeden evvel toprak ol.
Âdemoğlu topraktan yaratılmıştır. Toprak gibi mütevazi olmazsa insan değildir.
Hüma kuşu kemik yediği ve canlı mahluku incitmediği için tekmil kuşlardan eşreftir…
Zırh içinde yürekli insan lazımdır. Korkak kimseye cenk aletlerinin ne faydası olur?
Bir mecliste bir yontulmamış yüzünden birçok akıllıların gönülleri incinir. Bir havuzu gül suyu ile doldursanız içine bir köpek düşmekle pis olur.
Korktuğum olmuştu işte…
Sefa, yapacağını yapmıştı.
Pes etmeye de pek niyeti yoktu.
Sınıfta düştüğü durum onu daha da hırçın hale getirdi:
- Niçin sinirleniyorsunuz? 
Şeyh Sadi Şirazi:
- Kızgın demiri el ile yoğurup hamur etmek, beyler önünde el bağlamaktan daha iyidir.
Bir iş benim müdahalem olmaksızın meydana geliyorsa benim o iş hakkında söz söylemem doğru olmaz, eğer görsem ki bir âmâ yolda gidiyor, önünde bir kuyu var, o zaman susarsam günah işlemiş olurum.
Ayağının altında karıncanın hâlini anlamazsan, bilmiş olasın ki filin ayağı altında senin hâlin gibidir.
Bugün birini muradına ermiş, diğer birini de kendi kendine didinir, gönlü yaralı görürsün. Biraz sabret, göreceksin ki o hayal peşinde koşan kimsenin beynini toprak yiyecektir. Ölüm gelince şahlık, bendelik farkı zail olur.
Herkes tavusu güzel nakışlı tüyü tüsü sebebiyle över. O ise ayağının çirkinliğinden dolayı herkesten utanır.
İnsan tövbe ederek Allah’ın azabından kurtulabilir. Fakat halkın dilinden kurtulmanın imkânı yoktur.
Kopuzun düzeni doğru ise mıtrıp akort etmek için onun kulağını büker mi?
Eğer kötü işlerinden dolayı sen kendini ayıplar muaheze edersen kimse seni ayıplamaz.
Elinden gelirse bir ağzı tatlandır. Ağza yumruk vurmak yiğitlik değildir.
Sonra Selim’e yöneldi.
Şeyh Sadi Şirazi:
- Dünyanın yedi iklimini yaratan Allah, herkese layık olduğu şeyi vermiştir.Miskin kedinin eğer kanadı olsaydı dünyadan serçenin tohumunu kaldırırdı.Öküzdeki iki boynuz eğer eşekte olsaydı kimseyi yanına sokmazdı.
Selim olup bitenlerin kendisi yüzünden olduğunu düşündü, mahcup oldu. Bu diyalogun bir an önce bitmesini istiyordu. Söz istedi, ayağa kalktı:
- Hocam, Sefa’yı yanlış anlamayın lütfen. Aslında kötü biri değildir. Bana bazen böyle takılır işte…
Biraz önce Sefa’ya karşı hiddetlenmiş, celallenmiş kişinin yerinde Selim’le konuşurken bir şefkat pınarı, çeşmesini sonuna kadar açmış şırıl şırıl akamaya başladı.
Şeyh Sadi Şirazi:
- Bir çocukta güzellik, dilberlik olunca babası ondan uzak da olsa zarar yoktur.O bir incidir, isterse sedefi olmasın. Tek inciye herkes müşteri bulur.
Güzel yüz, hasta gönüllerin merhemi, bağlı kapıların kilididir.
Güzel ses güzel yüzden daha iyidir; çünkü güzel yüzden nefis hoşlanır. Güzel ses ise ruhun gıdasıdır.
Hayatın arzuya uygun olarak geçmezse müteessir olma, sabret. Sabır acıdır fakat meyvesi tatlıdır.
İnsan, faziletini, hünerini göstermezse o fazilet ve hüner zayi olmuş demektir. Öd ağacını ateşe atarlar, miski ezerler ki kokusu çıksın.
İyi olduğun hâlde halkın sana kötü demesi, kötü olup da halk tarafından iyi tanınmaktan daha iyidir.
Âlim kimsenin vücudu yalnız altın gibidir ki nereye gitse kadrini, kıymetini bilirler. Bir zadeganın cahil oğlu ise yalnız bir şehirde geçen sikkeye benzer ki başka şehirde kimse onu kabul etmez.
 
Sınıfta ve okulda “filozof” namıyla meşhur Cemil söz istemeden ayağa kalktı:
- Âlim nasıl olmalıdır?
Şeyh Sadi Şirazi:
- Bir âlim ilimle amil değilse söylediği zaman kimseye tesir etmez.
Âlim o kimsedir ki fena bir şey yapmaz. Halka yapın deyip de kendisi yapmayan âlim değildir.
Cemil bu sefer el kaldırdı, söz istedi. Şirazi ona gülümsedi konuşmasını işaret etti.
Cemil:
- Hocam biraz önce gayri ihtiyari kalktım ayağa, söz istemeyi unuttum; özür dilerim.
Şeyh Sadi Şirazi:
- Koyun çoban için değildir. Belki çoban koyunlara hizmet içindir.(Gusfend berayi çuban nist/Belki çuban berayi hizmeti ust)
Senin hakkında her zaman kerim olan bir kimse eğer ömründe bir kere sitem ederse mazur gör.
Cemil:
- Teşekkür ederim hocam. İzninizle  iki sorum daha olacak:
İlki: Âlim ile âbit arasındaki fark nedir?
İkincisi: Zahitlik nedir?
Bu iki soru karşısında sınıftaki herkes gibi benim de ağzım açık kaldı.Cemil’in dini-felsefi kitapları okuduğunu biliyordum; ama kavramları bu derece incelediğini ve mukayese ettiğini bilmiyordum. Şaşkınlığım mutluluğa döndü.
Şeyh Sadi Şirazi:
- Âbit gemisini kurtaran kaptandır, kendisini düşünür; âlim ise suya düşenleri kurtarmaya çalışır.
Zahitlik dünyayı, şehveti, hevesi, lüzumsuz arzuyu bırakmaktır. Yoksa zahitlik elbise namına bir hırka ile iktifa etmek değildir.
Cemil:
- Anladım, teşekkür ederim.
O anlamıştı; fakat diğer arkadaşları ve ben… Sınıfça sustuk, halimizi belli etmedik.
Her teneffüs, soluğu kantinde alan Tombul Oğlan’a gelmişti sıra. Gayet rahattı:
- Boğazıma hâkim olamıyorum. Ne buyurursunuz?
Şeyh Sadi Şirazi:
- Kusacak kadar çok yeme, zayıflıktan canın çıkacak kadar da az yeme.
Yemek, yaşamak ve Allah’ın nimetlerini şükür ile anmak içindir. Hâlbuki sen sanıyorsun ki yaşamak yemek içindir.
Yemek, nefis için haz olmakla beraber derecesiz yenilirse ıstırabı mucip olur.
Az yemeyi itiyat eden kimse tesadüf edeceği zaruretleri kolaylıkla karşılar. Ve eğer bir kimse geniş zamanda bol bol yiyip rahat yaşamaya alışmışsa darlık zamanında meşakkatten ölür.
Oburluk insana yakışmaz. Köpek obur olduğu için bu kadar alçaktır.
Tombul Oğlan, Şirazi’nin her sözünden sonra başını salladı. Ona hak verdiğini belli etmekti niyeti. Kalktığındaki rahatlığın tersine yüzünde bir utanma belirdi, yerine oturdu.
Saatime bakıyorum. Dersin bitmesine yedi dakika kalmış. Gözüm sınıfta gezinirken Hüseyin’de duraklıyor. Başını avuçlarının içine almış Şirazi’ye bakıyor. Onu dinleyip dinlemediğini anlayamıyorum. Yalnız konuşulan birçok şeyin dikkatini çekmediği aşikâr.
Ona sesleniyorum:
- Hüseyin, senin sormak istediğin bir şey yok mu hocamıza?
- Var hocam ama bilmiyorum ki…
- Rahat ol. İstediğinizi sorabilirsin misafirimize?
- Hocam, yıllardır hemen yanı başımızda bir avuç Yahudi’nin Müslümanlara ve onların ilk kıblesine yaptıkları ortada. Bizim elimizden çok şey gelmiyor. Müslüman ülkelerdeki liderler de çoğunlukla olanlara gözünü yummuş, diye içimiz sızlarken, bizim yapamadığımızı bazı Müslümanlar yapmış. Bir grup yareniyle birlikte Filistin’deki kardeşlerimize gemilerle yardım götürmek için yola çıktılar.Başlarına geleni bütün dünya şahit oldu. Zalim İsrail, dokuz kardeşimizi gözümüzün içine baka baka  şehit etti.
Sınıfın üzerine bir kaynar su havuzu boşaldı. Hüseyin sözüne devam edemedi, sorusunu soramadı. Yumuldu oturduğu sıranın üstüne, hıçkırıklarını tutamadı.
Şeyh Sadi Şirazi onun meramını anlamıştı :
- Ademoğulları bir vücudun azaları gibidir. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır. Vücudun bir yerinde bir dert, bir ağrı hâsıl olursa diğer azanın kararı kalmaz. Onlar da rahatsız olurlar.
Zulmün esası cihanda evvela az imiş. Sonra her gelen bir parça artırmakla bugünkü dereceyi bulmuştur.
Şerefli bir kimse servetini kaybetse onun yüce derecesi zayıf olur sanma. Buna mukabil bir Yahudi, eşiğini gümüş döşetse ve o gümüş kapısının gümüş eşiğine altın çivi kaktırsa şerefli olması kabil değildir.
Bir işi bağlanmış görünce çözülmez, açılmaz diye düşünme; mustarip, mahzun olma; çünkü ab-ı hayat zulumat içindedir.
Ey musibete düçar olan kimse, mahzun olma.Cenab-ı Hakk’ın nice gizli lütufları vardır.
Kalbi mahzun, hatırı mecruh bir kimsenin gönlünün tütünü zalimi öyle yakar ki ateş üzerliği o nispette yakamaz.
Bu hayat, şu dünyada duruş, sahra rüzgârı gibi eser geçer. Acılık, tatlılık, yakışıklılık, çirkinlik hepsi geçer gider. Zalim sanır ki bize zulmediyor. Hayır, bize olan o zulüm durmaz geçer; fakat onun boynunda ebedi kalır.
Ateşe tapan birisi ateşi yüz yıl söndürmeden yaksa o ateşe düştüğü dakikada ateş onu yakar.
Kötü yaşayışlı zalim, ölür gider; fakat üzerindeki lanet ebedi olarak kalır.
Şeyh Sadi, sözünü tamamladığında zil çaldı; ama kimse yerinden kıpırdamıyor.
Ayağa kalktım, masadaki misafirimin elinden hürmetle tuttum. Birlikte çocukların karşısına geçtik.
- Gençler şüphesiz ki Şeyh Sadi Şirazi’nin size söyleyeceği daha çok sözü var. Bugün biz sadece onun “Gülistan”ından güller topladık. Artık onu tanıdınız. Daha birçok eseri var. Bundan sonra onu siz ziyaret ediniz, ilminden faydalanınız.
Hocam sizin söyleyeceğiniz başka bir şey var mı? 
- Evet gençler, hepinizi bizim bahçelere bekliyoruz. Bir zamanlar insanlık âlemini medeniyetin, edebiyatın zirvesine çıkaran herkes orada. Merak etmeyin sizi çok iyi karşılayacağız. Pişman olmayacaksınız. Hatta bir daha bizi bırakıp başka diyarlara gitmek istemeyeceksiniz.
Bizim mahalleyi tanımadan başka mahallenin sokaklarına dalarsanız yolunuzu kaybedersiniz. Bizim yolu beğenmeyenler yolsuz kaldılar. Halbuki yol belli, iz belli. Ancak doğru yolu takip edenler selametle menzile ulaşır.
Hepinizi çok sevdim. Sizi kalbinizin sahibine emanet ediyorum.

Hiç yorum yok: